Kayıtlar

Nisan 29, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yazmak ve Yemek Yapmak

Birbirine bu kadar benzeyen başka iki eylem daha var mıdır, bilmiyorum. Yazmak ve yemek yapmak. Ben yazmak derken hikâye anlatıcılığını yani kurmaca yazarlığını kast ediyorum daha çok. Yemek yapmayı da hikâye anlatıcılığına benzetiyorum. İyi bir yemek yapmaya veya iyi bir hikâye anlatmaya başlamadan önce birbirine benzemeyen ancak birbiriyle uyum içinde olacağına inandığınız malzemeleri bulursunuz. Bunlar yazarlıkta kavramlar, karakterler, fikirler, mekanlar, temalar olabilir. Diğerinde ise yemek yapmakta kullanacağınız malzemelere karar verirsiniz. Neyle ne iyi gider? Damak tadınızın hafızasını yoklarsınız. Mesela portakal ve çikolata. İki farklı tattır. Ancak bir tatlıda nasıl da yakışırlar birbirlerine. Tezatlardan yola çıkarsınız bazen. Balla acı biber nasıl olur? Hikâye anlatıcılığından örnek verecek olursak; ya karakter cenazede aşık olursa ne olur? İkisi de biraz büyücülük gerektirir. Biraz davul tozu, iki kurbağa bacağı, bir diş sarımsak… Elinin lezzeti olan aşçılar büyüc

Gündelik Hayat Üzerine Birkaç Söz

“…yaralı tepeden tırnağa herkes yaralı/ alışılmıyor acıya yok kaidesi kuralı/ kanayıp ne kadar tutabilirsin gül uğruna dikeni/ ne gelen anladı ne giden olanı biteni…” (Sezen Aksu) Kadınlar kendilerini genç yaşta, eteklerinde iki çocukla bir eve kapalı buluyorlar. Her yerde genç anneler görüyorum. En fazla yirmi beş yaşlarında şehirli kadınlar bunlar. Daha kendilerini tanımadan, büyümeden anne olmuşlar. Evlilikte lanet bir iş bölümü var. Erkek sadece işe gidip geliyor. Diğer bütün işler kadında. Ev hayatı iki bölümden oluşuyor. Eve erkek gelmeden önceki ev hali, erkek geldikten sonraki ev hali. Gündüz çocuklar salonda oyunlar oynuyor, evi dağıtıyor, ortalıkta döke saça yemek yiyor. Bir yandan mutfakta yemekler pişiyor, sonra çamaşır yıkanıyor, asılıyor, ütü yapılıyor, ev temizleniyor, çocuklar okula götürülüyor, yıkanıyor paklanıyor… Evde işler bitmiyor. Ev işi zaten görünmez. Erkek işten eve geldiğinde her yer toplanmış, yemekler hazır, çocuklar ve ev temiz, gömlekler ütülenmiş ol

Bir Fenomen: Yazar Tıkanması

“W riting  about a  writer's  block is  better than not writing  at all.” Charles Bukowski Bir yazarın tıkanma yaşaması hakkında yazmak hiç yazmamaktan iyidir. Böyle demiş Bukowski. HT Hayat Okur Blogu’na ne yazsam diye düşünürken bu söz geldi aklıma. Şu sıralarda bir novella üzerinde çalışıyorum. Ortalarını geçtim ama daha ilk versiyondayım. Sonunu bildiğim, bölümlerine ayırdığım, yapısı belli bir kısa roman. Yine de ayrıntıları bilmiyorum. Sahneleri yazarken yavaş yavaş kurguluyorum ve bazen tıkanıyorum. Karakterlerim öylece donup kalıyor. Ben de ekrana bakakalıyorum. Böyle zamanlarda başka şeylerle ilgilenmek iyidir. Hatta gezmek. Biz de geçen hafta, tebdil-i mekânda ferahlık vardır diyerek Karaburun’a gittik. Birkaç günlük bir molanın ardından, evde yeniden bilgisayarın başına geçtim. Yazamıyorum. Yazsam da istediğim gibi olmuyor. Yürmi dört bölümlük bir novella bu. Taslağını çıkardım. İkinci bölümdeyim. İlk bölüm hızlı gitti. Bir film izliyormuşum hissiyle yazdım. Sonra

Şehirler, Vasat Hayatımız ve Küçük Şeyler

İstanbul’un en güzel yanı İzmir’e dönüşüdür. Bunu, yaklaşık on yılını İstanbul’da geçirmiş biri olarak söylüyorum. İstanbul’la genelde aşk-nefret ilişkisi kurulduğunu gördüm. Çok sevilir, aynı zamanda hiç sevilmez. Zordur İstanbul. Ben İstanbul’u çalışmadığım bir dönemde sevdim. Hafta içi sokaklarda kimseler yokken gezerdim. Özellikle tarihi yarımadada. Ne güzeldir… Süleymaniye, Eminönü Camii, Mısır Çarşısı, Kapalı Çarşı, Ayasofya, Çemberlitaş Hamamı, Arkeoloji Müzesi, Gülhane Parkı… Gez gez bitmez. Hafta sonları her yer kalabalık olur, evden çıkamazsınız. Çıkarsanız pişman olursunuz. Merkezi bir semtte oturuyorsanız semtiniz dolar taşar. Taksim’e, Moda’ya filan gidilmez. Bütün kozmopolit şehirler gibi İstanbul da hayat doludur ama. Her şeye rağmen sizi kendine çeker. Lanet eder durursunuz. Sonra bir bahar günü vapura binersiniz ve aşkınız canlanıverir. Tuhaftır İstanbul. En azından son yirmi yıldır daha tuhaf. Daha kaçılası bir yer. Göç vermeye çoktan başladı bile. Altı yıldır y