Bir Fenomen: Yazar Tıkanması
“Writing about a writer's block is better than not writing at all.”
Charles Bukowski
Bir yazarın tıkanma yaşaması hakkında
yazmak hiç yazmamaktan iyidir. Böyle demiş Bukowski. HT Hayat Okur Blogu’na ne
yazsam diye düşünürken bu söz geldi aklıma.
Şu sıralarda bir novella üzerinde
çalışıyorum. Ortalarını geçtim ama daha ilk versiyondayım. Sonunu bildiğim,
bölümlerine ayırdığım, yapısı belli bir kısa roman. Yine de ayrıntıları
bilmiyorum. Sahneleri yazarken yavaş yavaş kurguluyorum ve bazen tıkanıyorum.
Karakterlerim öylece donup kalıyor. Ben de ekrana bakakalıyorum. Böyle
zamanlarda başka şeylerle ilgilenmek iyidir. Hatta gezmek. Biz de geçen hafta,
tebdil-i mekânda ferahlık vardır diyerek Karaburun’a gittik. Birkaç günlük bir
molanın ardından, evde yeniden bilgisayarın başına geçtim. Yazamıyorum. Yazsam da
istediğim gibi olmuyor. Yürmi dört bölümlük bir novella bu. Taslağını çıkardım.
İkinci bölümdeyim. İlk bölüm hızlı gitti. Bir film izliyormuşum hissiyle
yazdım. Sonra yavaşladım. Belki tatil ihtiyacıdır. Belki klasik bir yazar
tıkanması. Ancak bazı yazarlar “writer’s block” diye bir şeyin olmadığını,
bunun çalışarak aşılabileceğini söylüyor. Ya ilham perileri? İlham diye bir
şeye inanmıyorum. Okuyup gezmekle, izleyip yaşamakla bir birikim oluşuyor. İşte
o birikimin üretime dönüşmeye başladığı an var. Ona ilham anı diyoruz. Tabii
böyle varlıklara inanmakta bir sorun yok. İnandığımız şey bize bir şey
yazdırıyor mu? Yazdırıyorsa Kafka’nın ruhunun sizi ziyaret ettiğine, cinlere,
meleklere, Şiva’ya filan inanabilirsiniz elbette. Önemli olan size neler
yaptırdığı. Ben yazarken “meditatif” bir halde olmaya inanıyorum. Yani, bana
yazdıran hâl bu. Günlük yürüyüşümü yapmış olmak, hafif yemek, iyi bir uyku
uyumuş olmak bu hâle gelmem için yeterli oluyor. Şimdiye kadar yazdığım film
senaryosunu, altmışa yakın öyküyü, yazdığım ilk iki novellayı böyle günlerde
yazdım ve bir yazma alışkanlığı edindim. Sanırım en güzeli bu. Her gün bir
sayfa da olsa mutlaka yazıyorum. Kimi zaman saatlerce başından kalkamıyorum,
bazen birkaç satır yazıp dergi karıştırıyorum, roman okuyorum, annemle sohbet
ediyorum, defalarca kahve molası veriyorum. Günden güne değişiyor.
Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli
Romancı diye harika bir kitabı var. Orada bahsettiği gibi; düşünerek
kurgulamak, safça hayal ederek yazmak beraber ilerleyen bir yöntem. Bu durum,
benim için yazdığım türe göre değişiyor. Mesela öykü yazarken bazen hesapsız
olabiliyorum. Sonunu, neler olacağını, nasıl bir öykü olacağını bilmiyorum.
Yazdığım her cümlede ben de öyküyü keşfediyorum. Bazen de baştan sona öyküyü önceden
kurguluyorum, sonra yazmaya başlıyorum. Senaryo ve roman (veya novella) yazmak
ise birbirine çok benziyor. Önce düşünce sonra fikirler… Önce tretman sonra
sahneler…
Senaryo yazarken hiç tıkanma
yaşamamıştım. Öyküde; altmış öykü yazdıktan sonra yavaşladım. Novellada ise
sanırım bir mola hâlindeyim. Birkaç güne eski ritmime kavuşurum. Mesele yeniden
yeniden yazma azmini gösterebilmek aslında. Henüz ilk aşamada olduğumu
düşünürsek yolun başındayım. Kaçıncı eseriniz üzerinde çalışıyor olursanız
olun, hep yolun başındasınızdır. Bakalım, bu azmi ve kararlılığı yine gösterebilecek
miyim? Metnin ihtiyacı olan doygunluğa ulaştığı, hiçbir zaman “tam” olmasa da
“bitti” dediğim o noktaya gelebilecek miyim? Ben de merak ediyorum.
Kendimi yazmaya yeni başlamış bir
öğrenci olarak görüyorum ve yazının öğrencisi olmayı seviyorum. Tıkanmayı aşmanın
en iyi yolu da sanırım çalışkan bir öğrenci olabilmek.
Yorumlar
Yorum Gönder