Öykü: Karacanın Ruhu
Ben
bir karacayım… Dünyadaki hemen hemen elli geyik türünden biriyim. Anadolu’da,
Batı Karadeniz’in dağlarında yaşıyorum. Latince Capreolinae yani Yeni Dünya Geyikleri familyasındanım, tam ismim Capreolus capreolus. Küçük bir geyik
türüyüm. Çok hareketli, zarif ve kıvrağım. Genelde ormanda geceleri
dolaşıyorum. Kocaman, kara gözlerim var. Bitki, yaprak, meyve ve mantar yiyorum.
Ormanlar,
dağlar, bozkırlar, bazen nehir kenarları benim evim. Kimi zaman üç dört
karacayla kimi zaman tek başıma dolaşıyorum, göç ederken yüzlercesinin arasına
katılıyorum. Anadolu’da uğurlu sayıyorlar beni, sürümle geçtiğim yere hayır ve
iyilik geldiğine inanıyorlar. Ben bir karacayım.
Genelde
tehlikelere karşı tetikte olurum ama o gece ormanda tek başıma dolaşırken bir
avcı tarafından vuruldum. Tüfeğin sesi dağlarda yankılandı. Ne gören oldu ne de
duyan. Öldüm. Gözbebeklerim dondu. Ruhum bedenimden ayrıldı. Cansızlaştım. Bana
hayat veren damarlar koptu.
Şimdi
beni öldüren avcıyı gözlüyorum. Zavallı budala. O gece beni öldürmeseydi ve
takip etseydi onu yeryüzündeki cennete götürecektim. O kaderini kendisi seçti.
Karanlığı. Hamileydim. İki yavrum olacaktı. Öldüm. Avcı cansız bedenimi bir ağaca
astı ve derimi yüzdü. Etimi parçalara ayırdı. Karnımı deşti ve doğmamış
yavrularımı çıkardı. Her şeyi gördüm. Sonra parçalarımı torbalara koyup yola
koyuldu. O gün bugündür dağlarda çünkü o gün bugündür evinin yolunu arıyor,
bulamıyor.
İsmi
Eralp. Kırk dokuz yaşında. Karısı artık onun yolunu gözlemeyi bıraktı. Eskiden
bir mağarada yaşıyordu, yarasalar rahat vermedi. Bir ara ağaç kovuklarında
yaşadı. Bir ayının pençeleri arasında ölmeyi diledi, ölemedi. Yattığı yer belli
değil. Yaşaması yaşamak değil. Yürüyüşü bile değişti. Nerede o pos bıyıklı,
avladığı hayvanları sırtlayıp fotoğraf çektiren koca adam… Şimdi cılız mı cılız…
İlk günler benim cesedimi yedi. O bitince tavşanları öldürüp yemeye başladı. Ne
hikmetse artık hayvan avlamıyor ve yemiyor. Meyvelere dadandı. Her gece korku
içinde ağlıyor. Yolunu bulabilmek için dua ediyor. O Tanrı’nın adını sadece işi
düşünce ağzına alan adam mümin oldu. Bazen öylesine hareketsiz duruyor ki; bir
ağaç gibi, bir kaya gibi… Yanından geçen hayvanlar bile fark etmiyor onu. Bir
zamanlar canını aldığı o hayvanları sadece izliyor şimdi. Ormanı dinliyor.
Sanırım bambaşka bir adam oluyor Eralp. İçindeki kötülük kötü bir ruh gibi
çıkıp gitmiş midir? Bilmiyorum. Geçen gün ağaçtan düştü. Aksayarak yürüdü bir
süre. Evinin yolunu aramaktan vazgeçti artık. İlk zamanlar deli gibi sağa sola
koşturuyordu. Şimdi sanki ormanın, dağların bir parçası oldu. Anadolu’da
geyiklere zarar verenlerin başına bin bir felaket geleceğine inanırlar… Patika
yollar, ağaçlar, ormanda yaşayan hayvanların hepsi birlik oldu ve ona yolunu
şaşırttı. Patika yollar döndü durdu. Ormanın sakinleri onu korkuttu. Ay ışığı
bile göstermedi yüzünü. Avcı Eralp içindeki karanlıkla baş başa kaldı. Şimdi
neler düşünüyor bilmiyorum.
Geçen
gün tırnaklarını ağaca sürtmeye başladı. Vahşi bir kedi gibi. Çıplaktı,
kıyafetleri yoktu üzerinde. Sonra koştu, koştu, koştu. O hızla keçi gibi büyük
bir kayaya çıkıverdi. Git gide ormandaki her şeye benziyor sanki. Kendinden
başka her şey oluyor. Bir ağacın altına bağdaş kurup oturuyor. Saatlerce öyle
kalıyor. Vahşi bir hayvanla tefekküre dalan bir eren olmak arasında gidip
geliyor…
Ben mi? Ben hep buralardayım. Dağlarda, ormanlarda, bozkırda, nehir kenarlarında. Yaşarken dolaştığım her yerdeyim artık. Hep her yerde…
Yorumlar
Yorum Gönder